AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
DÖRDÜNCÜ DAİRE
Ünal Tekeli -Türkiye Davası
(Başvuru no: 29865/96)
KARAR
STRAZBURG
16 Kasım 2004
Bu karar Sözleşme’nin 44 § 2 maddesinde belirtilen şartlar uyarınca kesinlik
kazanacaktır. Editör tarafından revizyona tabi tutulması mümkündür.
Ünal Tekeli -Türkiye Davasında,
i
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (Dördüncü Daire),
Sn. Nicolas BRATZA, Başkan,
Sn. M. PELLONPÂÂ,
Sn. R. TÜRMEN,
Sn. V.STRÂZNICKÂ
Sn. J. CASADEVALL,
Sn. R. PAVLOVSCHI,
Sn. J. BORREGO BORREGO, Yargıçlar
ile Bölüm Sekreteri Sn. M. O’BOYLE’un katılımı ile Avrupa insan Hakları
Mahkemesi Heyeti olarak toplanmış,
13 Ocak 2004 ile 26 Ekim 2004 tarihlerinde yapılan gizli görüşmeler
sonucunda, yukarıda son anılan tarihte benimsenmiş olan aşağıdaki karara
varmıştır:
USULİ İŞLEMLER
1. 1. Dava, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Sözleşmesi’nin
(“Sözleşme”) eski 25.maddesi uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’ne Türk vatandaşı Ayten Ünal Tekeli (“başvuran”)
tarafından, 20 Aralık 1995 tarihinde yapılan başvurudan (no. 29865/96)
kaynaklanmaktadır.
2. 2. Adli yardım alan başvuran, İzmir’de çalışan bir avukat olan Aydan
Demirci Ersezen tarafından temsil edilmiştir. Türk Hükümeti (“Hükümet”) tayin
ettiği Ajan tarafından temsil edilmiştir.
3. 3. Başvuran, yerel mahkemelerin yalnızca kızlık soyadını kullanmasına izin
vermemelerinin özel hayatını koruma hakkına müdahale teşkil ettiğini iddia
etmiştir. Ayrıca, yalnızca evli erkeklerin evlendikten sonra da ailesinin
soyadlarını taşıyabilmesinin ayrımcılık olduğunu öne sürmüştür. Bu bağlamda,
tek başına ve 14. maddeyle ilişkili olarak Sözleşme’nin 8. maddesine
dayanmaktadır.
4. 4. Başvuru, Sözleşme’nin 11 No’lu Protokolünün devreye girdiği tarih olan l
Kasım 1998’de AİHM’ye iletilmiştir (11 No’lu Protokolün 5 § 2 maddesi).
5. 5. Başvuru, AİHM’nin Dördüncü Dairesine verilmiştir (İçtüzüğün 52 § l
maddesi). Bu Daire içerisinde davayı inceleyecek olan Heyet (Sözleşmenin 27
§ 1. maddesi), İçtüzüğün 26 § l maddesi uyarınca oluşturulmuştur.
6. 6. l Kasım 2001’de AİHM, Dairelerinin yapısını değiştirmiştir (İçtüzük 25 § 1.
madde). Sözkonusu dava yeni oluşturulan Dördüncü Daire’ye verilmiştir
(İçtüzük 52 § l madde).
7. 7. Heyet, l Kasım 22001 tarihli bir kararla başvuruyu kabul edilebilir
bulduğunu belirtmiştir.
8.13 Ocak 2004 tarihinde, Strazburg’daki İnsan Hakları Binası’nda açık
duruşma yapılmıştır (İçtüzük 59 § 3. madde)
Aşağıdaki şahıslar duruşmaya katılmıştır:
(a) Hükümet adına
Sn DENİZ AKÇAY, eş-Ajan,
Sn BURÇEARI,
Sn IŞIK BATMAZ KEREMOĞLU
Sn BANUR ÖZAYDIN, Danışmanlar;
(b) başvuran adına
Sn AYDAN DEMİREL ERSEZEN, Avukat,
Sn HAYATi TORUN, Tercüman.
Başvuran da duruşmada hazır bulunmuştur.
OLAYLAR
I. DAVA ŞARTLARI
9. 9. Başvuran, Ayşe Ünal Tekeli, 1965 doğumlu bir Türk vatandaşıdır
ve İzmir’de yaşamaktadır.
10. 10. 25 Aralık 1990 tarihinde yaptığı evliliğin ardından, o dönemde halen
stajyer avukat olan başvuran Türk Medeni Kanunu’nun 153. maddesi uyarınca
eşinin soyadını almıştır. Meslek hayatında kızlık adıyla bilindiğinden, bu ismi
yasalara göre aldığı soyadın önüne eklemeyi sürdürmüştür. Ancak resmi
dosyalarda her iki ismi de kullanamamaktadır.
11. Başvuran, 22 Şubat 1995’te Karşıyaka Asliye Mahkemesi’nde (“Asliye
Mahkemesi”) yalnızca kızlık soyadı “Ünal”ı kullanmasına izin verilmesi için
dava açmıştır. Asliye Mahkemesi, 4 Nisan 1995 tarihinde, Türk Medeni
Kanunu’nun 153. maddesine göre evli kadınların evlilikleri süresince
kocalarının ismini taşımalarının gerektiğini gerekçe göstererek başvuranın
talebini reddetmiştir.
12. 12. Başvuranın hukuki hususlara ilişkin yaptığı itiraz 6 Haziran 1995’te
Yargıtay tarafından reddedilmiştir. 23 Haziran 1995’te karar başvurana tebliğ
edilmiştir.
13. 13. 14 Mayıs 1997’de Medeni Kanun’un 153. Maddesi’nde yapılan
değişikliklerden biri ile evli kadınlar kızlık soyadlarını eşlerinin soyadlarının
önüne ekleyebilme hakkını kazanmıştır. Başvuran, sözkonusu değişikliğin
kendisinin soyadı olarak yalnızca kızlık adını kullanabilme yönündeki talebini
karşılamadığını düşündüğü için bu olasılıktan yararlanmamayı tercih etmiştir.
22 Kasım 2001’de yeni Medeni Kanun yürürlüğe girmiştir. 187. madde, eski
153. maddeyle ayrıı hükümleri taşımaktadır.
II. İLGİLİ İÇ HUKUK VE UYGULAMALAR
14. Medeni Kanun:
Eski Medeni Kanun’un 153. Maddesi (sözkonusu tarihte yürürlükte
olduğu şekliyle)
“Evli kadınlar kocalarının ismini taşır….
Eski Medeni Kanun’un 153. maddesi (14 Mayıs 1997 tarihli, 4248 sayılı
yasayla değişik), şu anda 22 Kasım 2001 tarihli yeni Medeni Kanun’un
187. Maddesi
“Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna
veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı
önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın,
bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir….”
15. Anayasa:
10. Madde
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve
benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
90.Madde
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Antlaşmalar kanun
hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkemesine başvurulamaz.”
152. Madde
“Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun
hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varırsa, Anayasa Mahkemesi bu konuda bir hükme varana kadar kararını
erteler.
Anayasa Mahkemesi, davanın kendisine gelişinden başlamak üzere beş ay
içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme
davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa
mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse,
mahkeme buna uymak zorundadır.
16. Medeni Kanun’un 153. maddesinde değişiklik yapılmasından sonra,
Ankara Bölge Mahkemesi bu hükmün Anayasaya uygun olmadığı iddiasıyla
Anayasa Mahkemesi’ne itirazda bulunmuştur. 29 Ekim 1998 tarihli bir kararla
(E 1997/61, K 1998/59) Anayasa Mahkemesi aşağıdaki nedenlerle itirazı
reddetmiştir:
“İtiraz konusu ‘Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır’ kuralı kimi sosyal
gerçeklerin doğurduğu zorunluluklardan ve yasa koyucunun yıllar boyu
kökleşmiş bir
geleneği kurumsallaştırmasından kaynaklanmaktadır. “Aile hukuku”
öğretisinde de kadının erkeğe göre farklı yaratıldığı, zorunluluklar ve
toplumsal gerçekler karşısında kadının korunması, aile bağlarının
güçlendirilmesi, evlilik birliğinde düzen ve uyum sağlanması, aile içinde iki
başlılığın önlenmesi gerektiği gibi hususlarda görüşler bulunmaktadır.
Aile birliğinin sağlanması için yasa koyucu eşlerden birisine öncelik tanımıştır.
Kamu yaran, kamu düzeni ve kimi zorunluluklar, soyadının kocadan
geçmesinin tercih nedeni olduğunu göstermektedir. Kaldı ki itiraz konusu
kuralda, aile isminin sadece erkeğin soyadına bağlanacağı öngörülmemekte,
kadının başvurusu durumunda kocanın soyadıyla birlikte kızlık soyadını da
kullanma olanağı bulunmaktadır….
Kadının evlenmekle kocasının soyadını almasının cinsiyet ayırımına dayanan
bir farklılaşma yarattığı savı da yerinde değildir. Anayasa’nın 10. maddesinde
öngörülen eşitlik, herkesin her yönden ayrıı kurallara bağlı olacağı anlamına
gelmez. Kişilerin haklı bir nedene dayanarak değişik kurallara bağlı tutulmaları
eşitlik ilkelerine aykırılık oluşturmaz. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi
kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerekli kılabilir.”
III. ULUSLARARASI HUKUK
A. Avrupa Konsey i’nin Çalışmaları
1. Bakanlar Komitesi
17. Bakanlar Komitesi’nin iki metni genel anlamda soyadı veya cinsiyetler
arasındaki eşitlik hususlarındadır: medeni hukukta eşlerin eşitliğine dair (söz
konusu Protokol’den önce kabul edilen) 27 Ekim 1978 tarihli, (78) 37 sayılı
Karar ve cinsiyet ayrımcılığına karşı yasal korumaya dair 5 Şubat 1985 tarihli,
2 sayılı Tavsiye Kararı (R).
Bakanlar Komitesi, kararda, bazı biçimlerdeki,cinsiyet ayrımcılığının bazı
ülkelerin mevzuat ve uygulamalarında halen yer aldığına dikkat çekmiş ve bu
ülkeleri soyadı seçimi ve ebeveynlerin isimlerinin çocuklarına geçmesi
konularındaki bu tür tüm ayrımcılıkları ortadan kaldırmaya çağırmıştır. Kararın
6. Paragrafı bu konuda bir dizi çözüm önermektedir:
“6. …eşlerden birinin kendi soyadını değiştirerek diğerinin soyadını
almasını yasal bir zorunluluk olmaktan çıkartmak üzere bir düzenlemeye
gidilmesi ve bu yapılırken aşağıdaki örnek sistemlerden birine bağlı
kalınması:
i. eşlerin ortak bir soyadı, özellikle de eşlerden birinin soyadı, her iki eşin
soyadlarının birleştirilmesiyle oluşan bir soyadı ya da her iki eşe de ait
olmayan bir soyadı üzerinde anlaşması;
ii. her iki eşin de evlilikten önceki soyadlarını değiştirmemesi
iii. yasalar uyarınca ortak soyadının her iki eşin soyadlarının
birleştirilmesi suretiyle oluşturulması;”
Üye ülkeler tarafından yürütülen kapsamlı çalışmalara rağmen, kadınlarla
erkeklerin bu alandaki eşitliğinin tam olarak sağlanamamış olduğunun
bilincinde olan Bakanlar Komitesi,
tavsiye kararında, üye ülkelere diğer hususların yanı sıra, soyadı konusunda
da bu eşitliği sağlamaya yönelik gerekli tüm önlemleri almalarını ya da alman
önlemleri güçlendirmelerini önermektedir. Sözkonusu önlemler yalnızca
yasalarda yapılacak değişikliklerle değil, bu hükümlere uyulmaması halinde
ayrımcılığa karşı etkili hukuki çareler ve müeyyideler getirilerek de alınabilir.
Ayrı zamanda Komite, bu eşitliğin teşvik edilmesi için uygun mekanizmaların
kabul edilmesini de tavsiye etmektedir.
2. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi
18. 18. Kadınla erkek arasında soyadı seçimi ve ebeveynlerin isimlerinin
çocuğa geçmesi gibi konulardaki ayrımcılığa ilişkin 28 Nisan 1995 tarihli ve
1271 (1995) sayılı Tavsiye Kararında Meclis, Bakanlar Komitesi’nin cinsiyete
dayalı ayrıma izin veren üye ülkeleri belirleyerek bu ülkelerden, başka
noktaların yanı sıra “evlilikte ortak bir soyadının seçiminde eşler arasında tam
bir eşitlik sağlanması” için gereken önlemleri almalarını istemesini tavsiye
etmektedir (no. 5, ii).
19. 19. Bakanlar Komitesi, 3 Nisan 1996 tarihli yanıtında her ülkede bu alanda
“gelenek ve yerel adetlere” dayanan farklı bir yasal sistem bulunduğunu kabul
etmiş, ancak bu yasal sistemlerin ayrımcı hükümler içermemesi gerektiğini
vurgulamıştır. Bu düşünceyle tavsiye kararı üye ülkelerin Hükümetlerine
iletilmiştir.
20. Meclis, 18 Mart 1998 tarihli ve 1362 (1998) sayılı Tavsiye Kararında,
Bakanlar Komitesi’nin 1995 tavsiye kararını üye ülkelere iletmesinin yeterli
olmadığını belirtmiştir. Bakanlar Komitesi’ne, her üye ülkenin ne kadar sürede
ayrım gözetmeme ilkesi ile uyum sağlamayı taahhüt ettiğini sormasını
önermiştir. Geri kalan konularda daha önceki tavsiyelerini yinelemiştir.
21. Yanıt olarak Bakanlar Komitesi 20 Ekim 1998 tarihinde Parlamenterler
Meclisi’nin bu konudaki görüşlerine katıldığını belirtmiş ve her iki Tavsiye
Kararını, durumu ayrıntılı olarak inceleyerek makul bir zaman içerisinde
alınması gereken önlemler konusunda önerilerde bulunmaları için Avrupa
Yasal İşbirliği Komitesi (CDCJ) ile Kadın-Erkek Eşitliği Yürütme Komitesi’ne
(CDEG) ilettiğini bildirmiştir.
3. Avrupa Yasal işbirliği Komitesi (CDCJ)
22. 22. Komite, evli çiftlerin soyadı seçimine ilişkin sorunları, daha önce
1982-1983 yıllarında, XIII. Avrupa Adalet Bakanları Konferansı’nın 2 sayılı
Tavsiye Kararı’na ilişkin yürüttüğü takibat sırasında incelemiştir. 5 Ekim 1983
tarihli soyadı edinmeye ilişkin nihai etkinlik raporunda Komite, ulusal yasaların
bu konuda bir çok farklı çözüm getirmesinin bu alanda uyum sağlamayı
zorlaştırdığı sonucuna varmıştır.
23. 23. Komite, Bakanlar Komitesi’nin Parlamenterler Meclisinin tavsiyelerini
iletmesinin ardından ayrı sorunu 1995 ve 1999 yıllarında yeniden gözden
geçirmiştir. Sorunun incelenmesi Aile Hukuku Uzmanları Komitesi’ne
bırakılmıştır. Farklı ülkelerden uzmanlara kendi ülkelerindeki yasal durum ve
uygulama hakkındaki görüşleri sorulmuştur. Çeşitli Hükümetler tarafından
sunulan görüşlerden, birçok ülkenin yakın geçmişte mevzuatlarını değiştirdiği;
diğer ülkelerde de sözkonusu dönemde bir reform yapılmakta olduğu
anlaşılmıştır (örneğin bkz. Arnavutluk, CDCJ (99) 33, İsviçre, CDCJ (99) 9,
Türkiye, CDCJ (99) 23). Reformlar, soyadı konusunda kadın ve erkek
arasında kanun önünde daha fazla açıklık ve tam bir eşitlik sağlamıştır.
24. 24. Komite, bu görüşleri, Bakanlar Komitesi’nin 37 (78) sayılı Kararı ve 2
(85) sayılı tavsiye kararı (R) ışığında incelemiştir. Kararın önerdiği
çözümlerin halen geçerli olduğunu belirtmesine rağmen Komite, çoğu ülkeler
soyadına ilişkin ayrımcılığı ortadan kaldırmış olsa da bazı ülkelerin kararı
uygulama biçimini yetersiz bulmuştur. Farklı adet ve geleneklerin varlığının tek
bir çözümü imkansız kılmasına karşın, K37 (78) sayılı Kararın 6. bendi ayrımcı
olmayan birçok çözüm önermiştir. Son olarak komite, Bakanlar Komitesi’nin
mevzuat reformlarının yapılması için bir zaman sınırlaması getirmesini talep
etmiştir.
25. 25. Avrupa Yasal İşbirliği Komitesi sorunu bu fikir çerçevesinde yeniden
incelemiştir. 1995’te bazı Devletlerin kararda yer alan, aralarında evli çiftlerin
ortak adına ilişkin şartların (CDCJ’nin 64. toplantı raporundan alıntı, CDCJ
(95) 76, Ek III) da bulunduğu bazı koşullara uymadığını belirtmiş ve bu
ülkelerden bu konudaki yasaların gözden geçirmelerim talep etmiştir. Ayrı
zamanda komite, bu ülkeleri Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrancılığın Ortadan
Kaldırılmasına ilişkin Sözleşme’nin 16. maddesinin l .g bendinde belirtilen
ilkeleri (Birleşmiş Milletler Genel Meclisi tarafından 18 Aralık 1979 tarihinde
kabul edilmiştir, Anlaşma Serileri, cilt. 1249, 1981, sayı 1-20379, s. 24 ve
devamı) uygulamaya koymaları ve bu hükme koydukları çekinceleri
kaldırmaları konusunda teşvik etmiştir. Vardığı sonuçta, CDCJ gelenek ve
yerel adet çeşitliliğine saygı gösterilmesi gerektiğini belirtmiş, ama ilgili
Devletlerden erkeklerle kadınlar arasında bu tür ayrımların sona ermesi için
gerekli tüm önlemleri almalarının talep edilmesi gerektiğini bildirmiştir.
26. 26. 1999 yılında Bakanlar Komitesi’ne gönderdiği görüş taslağında
CDCJ, birçok Devletin bu alandaki iç hukuk hükümlerini kısa süre önce
değiştirdiğini ancak diğerlerinin henüz bunu yapmadığını belirtmiştir (sayı 4).
Adet ve yerel gelenek çeşitliliğine saygı duyulmasının gerektiğini ve tek bir
sistem kabul etmenin gerekli olmadığını bildirmiştir. (78) 37 sayılı karamı 17.
bendi zaten birçok seçenek sunmaktadır (sayı 5). Halen yasalarında soyadı
konusunda kadınlar aleyhinde ayrımcılık yapan hükümler bulunan Devletler,
bu ayrancılığı ortadan kaldırmak için tüm gerekli önlemleri almalıdır (sayı 6).
B. Birleşmiş Milletler
27. Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 3. maddesi
(Birleşmiş Milletler Genel Meclisi tarafından 19 Aralık 1966’da kabul edilmiştir)
şöyledir: “Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, bu Sözleşmede yer alan bütün
kişisel ve siyasal hakların kullanılmasında eşit haklar sağlamayı taahhüt
eder.” Bu eşitlik şartı; metni AİHS’nin 7 No.’lu Protokolü’nün 5. maddesine
temel teşkil eden, henüz Türkiye tarafından onaylanmayan, 23. madde 4.
paragrafta evliliğe ilişkin olarak teyit edilmektedir (yukarıya bakınız):
“Bu Sözleşmeye taraf Devletler, eşlerin evlilik konusunda, evliliğin devam
ettiği sürece ve boşanmada eşit hak ve yükümlülüklere sahip olmaları için
gerekli önlemleri alır. Boşanma halinde çocukların korunması için gerekli
hükümler konur.”
Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Avrupa Konseyi’nin birçok
üyesi tarafından onaylanmış, ancak Türkiye tarafından henüz
onaylanmamıştır (Türkiye, bu sözleşmeyi 15 Ağustos 2000 tarihinde
imzalamıştır).
28. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, 23. maddenin 4. bendinin, Taraf
Devletleri, kadınla erkek arasında, eşlerin kendi soyadlarını kullanabilme ya
da yeni soyadının seçimi konusunda ortak karar alma hakkı da dahil hiçbir
ayrımcılık olmamasını sağlamaya yükümlü kıldığı kanısındadır.
29. Buna ek olarak, Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan
Kaldırılmasına ilişkin Sözleşme’nin 16. maddesinin l (g) bendi şu şekildedir:
‘Taraf Devletler kadınlara karşı evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayrımı
önlemek için gerekli bütün önlemleri alacaklar ve özellikle kadın-erkek eşitliği
ilkesine dayanarak kadınlara aşağıdaki hakları sağlayacaklardır:
(g) Aile adı, meslek ve iş seçimi dahil her iki eş (kadın-erkek) için geçerli, eşit
kişisel haklar;”
30. 30. Avrupa Konseyi’nin Türkiye de dahil birçok ülkesi bu sözleşmeyi
onaylamıştır. Türkiye, 19 Ocak 1996’da sözleşmeyi onaylarken Medeni
Kanun’un aile ilişkilerini düzenleyen bazı hükümlerinin, Sözleşme’nin 15. ve
16. maddeleriyle uyumlu olmayabileceğine yönelik bir çekince koymuştur. 20
Eylül 1999 tarihli bir açıklama ile Türk Hükümeti bu çekincesini kaldırmıştır.
31. 31. Bu sözleşmenin uygulanmasıyla görevli komite (Kısım V, Made 17 ve
devamı), farklı ülkelere ilişkin raporlarında (l Mayıs 2000 tarihli CEDAW
Raporu, A/55/38 kısım I (2000) 21 §§ 172-75 ve 20 Nisan 2001 tarihli CEDAW
Raporu, A/56/38 kısım I (2001) 26, §§ 211- 16) kadınların soyadı seçimi ve
isterlerse kendi adlarını koruyabilme haklarını tasdik etmiştir.
HUKUK
I. HÜKÜMET’İN ÖN İTİRAZI
32. Hükümet, sırasıyla başvuranın mağdur olmadığına ve altı aylık zaman
sınırlamasına uyulmadığına dayanan iki ön itiraz getirmiştir.
A. Başvuranın mağdur olması
33. 33. Hükümet, başvuranın Sözleşme’nin 34. maddesi çerçevesinde
mağdur olmadığını öne sürmüştür. Evlendiği sırada başvuranın stajyer bir
avukat olduğunu ye avukatlık yapma hakkı bulunmadığına dikkat çekmiştir.
Başvuran mesleğini icra etmeye başladığında zaten kocasının soyadını
almıştır. Dolayısıyla Hükümet’e göre, başvuranın evlendikten sonra yaptığı
isim değişikliğinin mesleki yaşantısında bir sorun yaratması mümkün değildir.
34. 34. Başvuran, stajyerlerin eğitim sırasında ilk mesleki bağlantılarını
kurduklarını ve bu dönemin meslek yaşantılarının kalanından ayrı
düşünülmesinin mümkün olmadığını söyleyerek itiraz etmiştir. Ayrıı
zamanda olayın mesleki boyutlarının ötesinde, bir insanın isminin kişiliğinin
oluşumunda özellikle önem taşıdığını belirtmiştir. Bu nedenle başvuranın
evliliğinden sonra kızlık adım değiştirmek zorunda kalması, geçmişiyle
arasındaki bağların tamamen kopmasına neden olmuştur.
35. 35. AİHM’nin, başvuranın stajyer bir avukat olarak evlendikten sonra
soyadını değiştirmek zorunda kalmasının daha sonraki mesleki yaşantısını
olumsuz etkileyip etkilemeyeceğini belirlemesi gerekli değildir. AİHM,
soyadının, mesleki yaşamın yanı sıra, insanlarla sosyal, kültürel ve diğer
türden ilişkiler kurma ve geliştirme becerisi açısından özel ve aile
yaşamlarında da kişiyi tanımladığını tekrar eder (bkz. mutatis mutandis,
Niemetz/Almanya, 16 Aralık 1992 tarihli karar, Seri A sayı 251-B, § 29). AİHM,
sözkonusu davada başvuranın, özel çevrelerde ve kültürel ya da siyasi
etkinliklerde tanındığı kendi soyadı olan Ünal’ı kullanmasına izin
verilmemesinin, mesleki olmayan etkinliklerini büyük ölçüde etkilemiş
olabileceği kanısındadır.
Dolayısıyla başvuran, aleyhinde verilen kararlar nedeniyle mağdur olmuştur
(ayrıı konuda bkz. Burghartz/İsviçre, 22 Şubat 1994 tarihli karar, seri A sayı
280-B, § 18).
B. Altı aylık zaman sınırlamasına uyum
36. 36. Hükümet, altı aylık süre kısıtlamasına uyulmadığım iddia etmiştir.
Verdiği savunmada şikayet konusu durumun yerel kanunlardan kaynaklandığı
göz önüne alındığında, yerel mahkemelerin başvuranının talebini yerine
getirebilecek durumda olmadığını belirtmektedir. Bu şartlar altında, başvuran
evlenmesinden sonra altı ay içerisinde, en geç 25 Haziran 1991’de başvuruda
bulunması gerektiğini öne sürmüştür.
37. 37. AlHM, AlHS’yi ihlal ettiği öne sürülen bir fiile ilişkin iç hukuk yollarının
kapalı olduğu durumlarda, prensip olarak altı aylık süre kısıtlamasının, şikayet
konusu fiilin işlendiği ya da başvuranın böyle bir fiilden doğrudan etkilendiği
tarihten başladığını hatırlatır. Ancak başvuranların mevcut iç hukuk
yollarından yararlandıktan sonra bu çözümün etkisiz kaldığını fark ettikleri
bazı durumlarda istisnalar yapılabilir. Böyle bir durumda altı aylık süre,
başvuranın bu şartların farkına vardığı andan itibaren hesaplanabilir (bkz.
Aydın/Türkiye (karar), no. 28293/95,29494/95 ve 30219/96, AÎHM 2000-III
(alıntılar)).
38. 38. Sözkonusu davada, AtHM’ye şikayet edilen durumun, Medeni
Kanun’un 153. maddesi ile uyumlu olduğu doğrudur. Ancak AİHM,
davaya bakan iç hukuk mahkemelerinin, Anayasa’nın 90. maddesi
uyarınca ulusal kanunların ayrılmaz bir parçasını oluşturan AİHS’nin
hükümlerini doğrudan uygulayabileceğine ya da Medeni Kanun’un 153.
maddesinin Anayasa’ya uygun olmadığı (Anayasa’nın 152. maddesi uyarınca)
gerekçesiyle itiraz edebileceğine ve son olarak da başvuranın talebini kabul
edebileceğine dikkat çekmektedir. Dolayısıyla sunulan çarenin, burada
belirtildiği gibi, ancak kısıtlı ölçüde başarılı olduğu kabul edilse de tamamen
yararsız olduğu da söylenemez. En azından altı aylık sürenin başlangıcını
geciktirme etkisi olacaktır (bkz. mutatis mutandis, A./Fransa, 23 Kasım 1993
kararı, Seri A sayı 277-B, § 30).
Dolayısıyla Hükümet’in bu ön itirazı reddedilmelidir.
II. SÖZLEŞME’NİN 14. MADDESİ İLE BERABER 8. MADDESİNİN İHLAL
EDİLDİĞİ İDDİASI
39. Başvuran, ulusal mercilerin evliliğinden sonra yalnızca kızlık soyadını
kullanmasına izin vermemelerinin, hem tek başına, hem de 14. maddeyle
beraber düşünüldüğünde 8. maddeye aykırı olduğunu iddia etmektedir.
Sözleşme’nin 8. maddesi şu şekildedir:
“1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı
gösterilmesi hakkına sahiptir.
2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak
ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve
düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir
toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla
söz konusu olabilir.”
14. madde ise şöyledir:
“Bu Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk,
renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir
azınlığa mensuptuk, servet, doğum veya herhangi başka bir durum
bakımından hiçbir ayırımcılık yapılmadan sağlanır.”
40. iddiaların doğası dikkate alındığında, AİHM davayı incelerken 8. madde
ile 14. maddenin birlikte ele alınması gerektiği görüşündedir.
A.. Uygulanabilirlik
41. Hükümet, sözkonusu davaya Sözleşme’nin 8. maddesinin
uygulanamayacağını öne sürmüştür. İsim seçiminin tam olarak bir bireysel
tercih meselesi olmadığını ve Devletlerin bu alanda geniş bir tasarruf hakkına
sahip bulunduklarını belirtmiştir, isim verme konusundaki mevzuatın Devlet
tasarrufunda kalması gerektiğim ve Sözleşme’nin kapsamı içerisinde yer
almadığını iddia etmiştir.
42. AİHM, Sözleşme’nin 8. maddesinin isimlere dair net bir hüküm
getirmediğim, ancak yine de bir kimlik belirleme ve aile bağı aracı olarak
insanın isminin özel ve aile yaşamını etkilediğini yinelemektedir. İsimlerin
kullanımını düzenlemede kamu menfaatinin bulunması, kişinin ismini, bir
dereceye kadar başkalarıyla ilişki kurma hakkını da kapsadığı kabul edilen
özel ve aile hayatı alanının dışında bırakmak için yeterli değildir (bkz. yukarıda
anılan Burghartz, § 24).
Dolayısıyla şikayetin konusu Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında yer
almaktadır.
B. Sözleşme’nin 8. maddesiyle beraber düşünüldüğünde 14. maddeye
uygunluk
1. Tarafların iddiaları
43. 43. Başvuran, Türk yasaları tarafından erkeklerin kendi soyadlarını
kullanmasına izin verilmesine karşın, yetkililerin evlendikten sonra kızlık
soyadını kullanmasına izin vermemesinden şikayet etmiştir. Bunun cinsiyete
dayalı ayrımcılık olduğunu ve Sözleşme’nin 14. maddesiyle beraber
düşünüldüğünde 8. maddeyi ihlal ettiğini öne sürmüştür.
44. 44. Hükümet, durumun cinsiyetler arasında farklı muamele teşkil ettiğinin
farkındadır ancak bunun nesnel ve makul temelleri olduğunu, dolayısıyla
ayrımcılık oluşturmadığım öne sürmektedir.
45. 45. Yukarıda anılan Burghartz kararına ilişkin olarak, Hükümet, aile birliği
ile soyadı arasında bir ilişki olduğunu ve Türk mevzuatının ailelerin kocanın
ismini almasını sağlayarak ortak bir isim kullanımı yoluyla aile birliğini
vurgulayan bir düzenlemeyi benimsediğini öne sürmüştür. Hükümetin
görüşlerine göre, aile birliği bir kamu düzeni meselesidir ve birey kamu
düzeniyle temasa geçtiği an özel yaşam sona ermektedir.
46. 46. Anayasa Mahkemesi’nin 29 Eylül 1998 tarihli kararına (E 1997/61, K
1998/59, yukarıya bakınız) ilişkin olarak, Hükümet, Türkiye’deki toplumsal
gerçekler göz önüne alındığında cinsiyete dayalı farklı muamelenin geçerli
nedenleri olduğunu iddia etmektedir. “Kadınların %68,8’inin çok kısıtlı
ekonomik özgürlüğe sahip olduğunu” belirten Hükümet, kocanın soyadına
dayalı ortak bir soyadının kadının ailedeki konumunu güçlendirmeye yönelik
olduğunu öne sürmektedir.
47. Hükümet, 14 Mayıs 1997’de Medeni Kanun’un 153. maddesinin
değiştirilmesinden sonra evli kadınların kızlık soyadlarını evlilikten sonraki
soyadlarının önünde kullanabildiklerini yinelemiştir.
48. Hükümet ayrıı zamanda doğum, evlilik ve ölüm kütüğünde yapılacak bir
sistem değişikliğinin büyük zorluklar yaratacağını belirtmiştir.
2. AİHM’nin değerlendirmesi
a. Uygulanabilir ilkeler
49. AlHM, AİHS’nin 14. maddesinin, diğer bağımsız maddeler tarafından
güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin kullanılmasında ayrımcılığa karşı
koruma sağladığını hatırlatır. Ancak her farklı muamele bu maddeye aykırı
olmayabilir. Eşdeğer ya da benzer bir konumdaki başka insanlara imtiyazlı
muamele yapıldığının ve bu farkın ayrımcılık teşkil ettiğinin kanıtlanması
gereklidir (örneğin bkz. National & Provincial Building Society, Leeds
Permenant Building Society ve Yorkshire Building Society/lngiltere, 23 Ekim
1997 tarihli karar, Hüküm ve Karar Raporları 1997-VII, § 88).
50. 50. AlHM’nin içtihatlarına göre, bir farklı muamelenin 14. maddeye aykırı
olması için nesnel ve makul bir nedeninin olmaması gereklidir. Böyle bir
nedenin varlığı demokratik toplumlarda normalde geçerli olan ilkelere göre
değerlendirilir. AlHS’nin belirlediği bir hakkın kullanımındaki farklı bir
muamelenin meşru bir amacı olması da yeterli değildir: “kullanılan yöntem ile
gerçekleştirilmesi istenilen amaç arasında makul bir oransal bağ olmadığı”
kanıtlandığında da 14. maddenin ihlal edildiği kabul edilir (örneğin bkz.
Petrovic/Avusturya, 27 Mart 1998 tarihli karar, Hüküm ve Karar Raporları
1998-H, § 30 ve Lithgov/ ve Diğerleri/İngiltere, 8 Temmuz 1986 tarihli karar,
Seri A sayı 102, § 177).
51. 51. Başka bir deyişle ayrımcılık kavramı, genellikle, AİHS’nin daha iyi
muameleyi gerekli kılmadığı durumlarda da dahil, geçerli bir neden olmadan
bir kişi ya da gruba diğerlerinden daha kötü bir muamelede bulunulan kapsar
(bkz. Abdülazîz, Cabales ve balkandalı/İngiltere, 28 Mayıs 1985 tarihli karar,
Seri A sayı 94, § 82). 14. madde, temelde farklı olgusal durumların nesnel bir
şekilde değerlendirilmesine dayanan; kamu çıkarlarına bağlı oldukları için
topluluğun çıkarlarının korunması ile AİHS’nin güvence altına aldığı hak ve
özgürlüklere saygı gösterilmesi arasında adil bir denge kuran farklı
muameleleri yasaklamamaktadır (diğerlerinin yanı sıra bkz. GMB ve
K.M./İsviçre (karar), sayı 36797/97,27 Eylül 2001).
52. 52. Taraf Devletler, benzer durumlar arasındaki küçük farklılıkların hangi
durumlarda yasalarda farklı muameleyi gerekli kıldığını belirlemede bir
dereceye kadar takdir hakkına sahiptir. Bu hakkın kapsamı durumlara, konuya
ve konunun geçmişine göre değişebilir (bkz. Rasmussen/Danimarka, 28
Kasım 1984 tarihli karar, Seri A sayı 87, § 40 ve Inze/Avusturya 28 Ekim 1987
tarihli karar, Seri A sayı 126, § 41).
53. Ancak, yalnızca cinsiyete dayalı bir farklı muamelenin AİHS’ye uygun
olduğunun kabul edilebilmesi için çok geçerli nedenler sunulması gereklidir
(bkz. Schuler-Zgraggen/İsviçre, 24 Haziran 1993 tarihli karar, Seri A sayı 263,
§ 67).
54. AİHS her şeyden önce insan haklarının korunmasına yönelik bir sistem
olduğundan
AİHM taraf Devletler’deki değişen koşullan göz önünde bulundurmalı ve
hedeflenen standartlara ilişkin ortaya çıkan konsensüse tepki vermelidir.
b. Benzer durumdaki kişilere farklı muamelede bulunulup bulunulmadığı
55. 55. Başvuranın yaptığı şikayet, evli kadınların evlendikten sonra yalnızca
kızlık soyadlarını yasal olarak kullanamamalarına karşın evli erkeklerin
evlenmeden önceki soyadlarını kullanabilmeleri hakkındadır. Bu durumun,
benzer konumdaki kişiler arasında cinsiyete dayalı “farklı muamele” teşkil
ettiği şüphesizdir.
56. 56. Hükümetin bahsettiği iki kategori (evli erkekler ve evli kadınlar)
arasındaki, sırasıyla toplumsal konumlan ve ekonomik bağımsızlıklarına ilişkin
olgusal farklar AİHM’yi farklı bir sonuca götürmemektedir.
Şikayet edilen farklı muamelenin haklı nedenleri olup olmadığı konusunun
temelinde de bu ayrım yatmaktadır.
c. Nesnel ve makul bir gerekçe olup olmadığı
57. 57. Hükümetin savunmasında sözkonusu müdahale kocanın soyadı
vasıtasıyla aile birliğini yansıtarak kamu düzenini sağlamaya yönelik meşru bir
amaç gütmektedir. Başvuran bu sava itiraz etmiştir.
58. 58. Taraf Devletlerin, AİHS uyarınca, aile birliğini yansıtmaya yönelik
önlemlere ilişkin bir takdir hakkına sahip olmalarına rağmen AİHM, farklı
muameleyi haklı çıkartacak ikna edici gerekçeler gösterilmediği müddetçe 14.
madde ile bu tür önlemlerin, ilkesel olarak, erkek ve kadına eşit şekilde
uygulanmasının öngörüldüğünü yineler.
Sözkonusu davada AİHM böyle bir neden olduğuna ikna olmamıştır.
59. İlk olarak AİHM, cinsiyetler arası eşitliğin geliştirilmesinin günümüzde
Avrupa Konseyi’ne üye Devletler arasında önemli bir hedef olduğunu
hatırlatmaktadır. Bakanlar Komitesi’nin yayınladığı iki metin, yani medeni
kanunda kari-kocanın eşitliğine ilişkin 27 Eylül 1978 tarihli 37 sayılı Karar (78)
ve cinsiyet ayrımına karşı yasal korumaya ilişkin 5 Şubat 1985 tarihli 2 sayılı
Tavsiye Kararı R (85), bunun temel örnekleridir. Bu metinler Üye Devletleri,
aralarında soyadı seçiminin de bulunduğu birçok konuda cinsiyete dayalı
ayrımcılığı yok etmeye çağırmaktadır. Bu hedef, Parlamenterler Meclisi’nin
(bkz. Yukarıdaki 19-22. bentler) ve Avrupa Yasal İşbirliği Komitesi’nin (bkz.
yukarıdaki 23-27. bentler) çalışmalarında da belirtilmiştir.
60. 60. Uluslararası düzeyde ise, Birleşmiş Milletler’deki kadın-erkek eşitliğine
ilişkin gelişmeler, sözkonusu alanda, eşlerden her birinin kendi soyadını
kullanma ya da yeni aile isminin seçiminde eşit fikir bildirme hakkının
tanınmasına doğru ilerlemektedir (bkz. yukarıdaki 23- 27. bentler).
61. 61. Ayrıca AİHM, Avrupa Konseyi’ndeki Taraf Devletler arasında, kankocanın
aile isminin seçiminde eşit söz hakkına sahip olmasına yönelik bir fikir
birliği oluşmakta olduğuna dikkat çekmektedir.
Avrupa Konseyi’nin üye ülkeleri arasında Türkiye -çift başka bir düzenlemeyi
tercih etse bile- kocanın soyadının çiftin soyadı olarak kabul edilmesini ve bu
nedenle kadının, evlendiğinde otomatik olarak kendi soyadını kaybetmesini
yasalarla öngören tek ülke konumundadır. Türkiye’de, karı kocanın böyle bir
düzenlemeyi kabul etmesi halinde bile evli kadınlar yalnızca kızlık soyadlarını
kullanamamaktadır. Türk mevzuatında, 22 Kasım 2001 itibarıyla kızlık
soyadını kocanın soyadının önüne ekleyebilme olanağı da bu durumu
değiştirmemektedir. Evliliklerinin soyadlarını etkilemesini istemeyen kadınların
çıkarları dikkate alınmamıştır.
62. 62. AİHM, ayrıca Türkiye’nin kendisini kadın ve erkeklerin aile içerisinde
eşit haklara sahip olmasını sağlama yönündeki genel eğilimin dışında da
konumlandırmamaktadır. ilgili yasal düzenlemelerde, özellikle de 22 Kasım
2001 tarihinden önce erkek aile içerisinde baskın konumdaydı. Aile birliğinin
erkeğin soyadı aracılığıyla yansıtılması, Türk yasalarının o zamana kadar
savunduğu geleneksel aile görüşüne karşılık gelmekteydi. Kasım 2001’de
yapılan reformların amacı ailenin temsilinde, ekonomik etkinliklerde ve aileyi
ve çocukları etkileyen kararların alınmasında kadını erkekle eşit bir konuma
getirmekti. Bu yasa ile, diğer bazı yeniliklerin yanı sıra erkeğin aile reisi olarak
kabul edilmesinden vazgeçilmiştir. Erkek de kadın da aileyi temsil gücünce
kavuşmuştur. Ne var ki Medeni Kanun’un 2001’de yürürlüğe girmesine
rağmen, evlilikten sonraki aile ismine yönelik, kadınları kocalarının ismini
almaya zorlayan hükümler değişmeden kalmıştır.
63. 63. AİHM’nin önündeki ilk soru aile birliğinin erkeğin ismi ile yansıtılması
geleneğinin sözkonusu davada nihai bir etken sayılıp sayılamayacağıdır. Bu
geleneğin, erkeğin aile içerisinde sahip olduğu birincil ve kadının sahip olduğu
ikincil rollerden kaynaklandığı açıktır. Günümüzde, erkek-kadın eşitliğinin,
Türkiye de dahil, Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler içerisinde gösterdiği gelişim
ve özellikle de ayrımcılık yapmama ilkesine verilen önem, Devletlerin bu
geleneği uygulamasını engellemektedir.
64. 64. Bu bağlamda, aile birliği, aile soyadı olarak erkeğin soyadının kabul
edilmesiyle yansıtılabileceği gibi kadının soyadının ya da çift tarafından
seçilen ortak bir soyadın kabul edilmesiyle de yansıtılabilir (bkz. yukarıda
bahsedilen Burghartz, § 28).
65. 65. AİHM’nin yanıtlaması gereken ikinci soru aile birliğinin ortak bir aile
ismiyle yansıtılmasının gerekli olup olmadığı ve evli çiftler arasında bir fikir
ayrılığı halinde çiftlerden birinin soyadının diğerine empoze edilmesinin
mümkün olup olmadığıdır.
66. 66. Bu bağlamda AİHM, Taraf Devletlerin uygulamalarının, evli bir çiftin
ortak bir aile adı taşımamayı tercih ettiği durumlarda bile aile birliğinin korunup
güçlendirilebileceğini gösterdiğine dikkat çekmektedir. Avrupa’da uygulanan
sistemlerin gözlemlenmesi bu bulguyu desteklemektedir. Sözkonusu davada
Hükümet, ortak bir aile ismi ile aile birliğinin yansıtılmaması halinde, evli
çiftlerin ve/veya üçüncü tarafların karşılaşabileceği somut ya da önemli bir
sorun gösterememiş ya da kamu çıkarının zarar gördüğünü
kanıtlayamamıştır. Bu şartlar altında AİHM, evli kadınların aile birliği adına
kocalarının soyadını taşımak zorunda bırakılmalarının -önüne kendi kızlık
soyadlarını ekleyebilseler de- nesnel ve makul bir nedeni olmadığı
kanısındadır.
67. 67. AİHM, geleneksel kocanın soyadına dayalı aile ismi sisteminden, evli
çiftlerin kendi soyadlarını kullanabilmelerine ya da özgürce ortak bir aile ismi
seçmelerine izin veren başka bir sisteme geçişin doğum, evlilik ve ölüm
kayıtlarının tutulması konusunda yaratacağı sorunların önemini göz ardı
etmemektedir. Ancak bireylerin seçtikleri isme göre, saygınlık ve itibarla
yaşamalarını sağlamak için toplumdan bir miktar sıkıntı çekmesini beklemek
makul olacaktır (bkz. mutatis mutandis, Christine Goodwin/lngiltere [GC], sayı
28957/95, § 91, AİHM 2002-VI).
68. Sonuç olarak, aile birliğini ortak bir aile ismi aracılığıyla yansıtma amacı,
sözkonusu davada şikayet konusu olan cinsiyete dayalı farklı muamele için
yeterli bir gerekçe oluşturmamaktadır.
Dolayısıyla, sözkonusu farklı muamele 8. maddeyle beraber düşünüldüğünde
14. maddeye aykırıdır.
69. Bu sonuca göre AÎHM sözkonusu farklı muamelenin tek başına 8.
maddeyi ihlal edip etmediğini belirlemeye gerek görmemiştir.
III. AİHS’NÎN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI
27. AİHS’nin 41. Maddesi şöyledir:
“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse
ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen
telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir
surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”
A. Tazminat
28. 28. Başvuran, 15.000 Euro (EUR) manevi tazminat talep etmiştir.
29. 29. Hükümet, bu iddiaya itiraz etmiştir.
30. 30. AİHM, bu kararın getirdiği, başvuran da dahil evli çiftlerin kendi
soyadlarını kullanabilme ya da aile isminin seçiminde eşit derecede söz sahibi
olma hakkını sağlamaya yönelik yükümlülükleri yerine getirmek için gerekli
önlemleri almayı Türk Devleti’ne bırakmıştır.
Başvuranın geçmişte sıkıntı ve endişe Çektiği şüphesizdir, ancak sözkonusu
davadaki şikayetlerin arkasında, Türk yasalarına göre evli kadınların kızlık
soyadlarını kullanamamaları yatmaktadır. Dolayısıyla AİHM başvurana
manevi bir tazminat vermeyi uygun görmemiştir çünkü sözkonusu davanın
şartlan dahilinde, AİHS’nin ihlal edildiği kararı ve bu kararın ileride getireceği
sonuçların adil bir tazminat oluşturduğu kabul edilebilir.
B. Mahkeme masrafları
74. 74. Başvuran iç hukuk mahkemeleri ve AİHM önünde girdiği masraflar
için 1.750 EUR istemiştir. İzmir Barosu icra kurulunun 24 Haziran 2003 tarihli,
36 sayılı kararına atıfta bulunmuştur (l Temmuz 2003’ten 31 Aralık 2003’e
kadar geçerli oranlar)
75. 75. Önündeki bilgilere ve ilgili içtihatlarına dayanarak AİHM başvurana
1.750 EUR ödenmesine karar vermiştir.
C. Gecikme faizi
76. Mahkeme, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın uyguladığı faiz
oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın benimsenmesine
karar vermiştir.
YUKARIDAKİ GEREKÇELERE DAYANARAK MAHKEME OYBİRLİĞİYLE,
1. Hükümet’in ön itirazlarının reddine;
2. 2. Başvuranın AİHS’nin 34. maddesi uyarınca “mağdur” olduğunu iddia
edebileceğine;
3. 3. AİHS’nin 8. maddesi ile birlikte düşünüldüğünde 14. maddenin ihlal
edildiğine;
4. 4. Başvuruyu yalnızca AİHS’nin 8. maddesi uyarınca incelemenin gerekli
olmadığına;
5. 5. Tek başına ihlal kararının başvuranın uğradığı manevi zararlar için yeterli
bir tazminat oluşturduğuna;
6. (a) Sorumlu Devletin, Sözleşme’nin 44 § 2 maddesi uyarınca kararın
kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde başvurana mahkeme masraftan için
1.750 EUR’un (binyediyüzelli Euro) ödeme günündeki kur üzerinden Türk
lirasına dönüştürülerek ve miktara yansıtılabilecek vergilerle birlikte
ödemesine
b) Üç aylık sürenin aşılmasından ödeme gününe kadar geçen süre için
Avrupa Merkez Bankası’nın uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle
elde edilecek oranın gecikme faizi olarak uygulanmasına;
5. Başvuranın diğer adil tazmin taleplerinin reddine
KARAR VERMİŞTİR.
Karar Fransızca çıkmıştır ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 77 § 2 ve 3. bentleri
uyarınca 16 Kasım 2004 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir
Michael O’Boyle Nicolas
Bratza
Bölüm Sekreteri Başkan