BİZ ARTIK SUÇLARIN KABUL EDİLEMEZ GEREKÇELERİNİ DUYMAK İSTEMİYORUZ!
Türkiye’de yakın zamanda o kadar çok kadın erkek saldırganlar tarafından öldürüldü ki, artık kadın olarak bu toplumda nefes alıyor olmak bile, başlı başına gündelik bir mücadele ve mucize haline dönüşmüştür..
Saldırgan erkekler, ilişki yaşadıkları, evli oldukları , boşandıkları veya ilişki kurmayı reddeden kadınları öldürmeyi kendilerine “hak” görebilmekte ve suçun kabuledilemez gerekçelerini savunma olarak ileri sürebilmektedir.. Ne yazık ki, kadına karşı ayrımcı bu anlayış yasalarla ve hükümetin kadin-erkek eşitliliği karşıtı söylemleri tarafından desteklenmektedir..
Oysa,kadınların canını, korkudan şiddetten uzak yaşam hakkını güvence altına almak devletin asli görevlerinden biridir.
T.C. Devleti 24.11.2011 tarihi’nde Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni (İstanbul Sözleşmesi) onaylamıştır.
Bu sözleşmenin 42. Maddesine göre : “Suçların kabul edilemez gerekçeleri; sözde “namus” adına işlenen suçlar da dahil Taraf Devletler, bu Sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinden herhangi birinin gerçekleşmesini takiben başlatılan cezai işlemlerde kültür, örf ve adet, gelenek veya sözde “namus”un bu eylemlerin gerekçesi olarak kabul edilmemesini sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri almalıdır. Bunlar arasına, özellikle, mağdurun, kültürel, dinî, toplumsal ya da geleneksel olarak kabul gören uygun davranış normlarını ve âdetlerini ihlal ettiği iddiaları da dâhildir. ”
Türkiye, bu sözleşmeye imzacı olmakla, kadın cinayetlerinde, failin “namusumu kirletti” veya “erkekliğime laf söyledi” vb. gibi ataerkil ahlaki düzenden beslenen ve bu düzeni sürdürmeye yarayan sözde “gerekçe”lerle işlediği suçun cezasının en aza indirilmesine imkan vermeyeceğini taahhüt etmiştir.
Saldırgana büyük avantaj sağlayan ve eşitlikçi ve kadının insan hakları değerlerinden uzak bu “namus savunması”nın tamamen yok edilmesi için İstanbul Sözleşmesinden başka CEDAW 19 Nolu Genel Tavsiye Kararı da dikkate alınarak yasal düzenleme getirmek hükümetin en önemli önceliklerinden olmalıdır. Aynı şekilde, kadın cinayeti failinin duruşmadaki “iyi hali” ve “pişmanlığının”haksız tahrikin” cezadan indirime gerekçe yapılmaması için yasal düzenlemeler acilen yapılmalıdır.
Öte yandan siyasilerin söylemlerinde de sorumlu ve eşitlikçi davranmalarını talep ediyoruz. Kadınlara nasıl giyinmeleri, oturmaları, nasıl gülmemeleri, kaç çocuk doğurmaları gerektiği gibi kişisel fetvalar verilmemelidir. Siyasi irade, toplumda genel kanı ne olursa olsun, kişisel anlayışlar neyi salık verirse versin, yasaların yol gösterici olması ve insanın hayatta kalma hakkını en yüce değer olarak kabul etmesi gerekir.
Hükümetten bir an önce,pozitif bir yükümlülük olarak hukuku ve mevcut yasaları uygulanır kılmasını, evrensel insani değerlere sahip çıkmasını, kadınların hak ve özgürlüklerine sahip cikabilecekleri toplumsal, siyasi ve ekonomik ortamı yaratmasını istiyoruz.
Anayasanın 90. maddesi son cümlesine göre: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Bu madde suretiyle, Türkiye Cumhuriyeti Mahkemeleri’nin, kabul edilen ve 01.08.2014 tarihinde yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesinin , sözleşmeye uygun yasal düzenleme yapılmasını beklemeden,hemen kadınların hayatına mal olan saldırılara ilişkin yargılamalarda ceza sorumluluğunun ortadan kaldırılmaması ve cezanın azaltılmaması için sözleşmeyi doğrudan uygulama hakkı ve yetkisi vardır. Tüm yargılamalarda Mahkemeleri Anayasa’nın 90./son maddesine göre karar vermeye davet ediyoruz.
Biz kadınlar, ölmek istemiyoruz.
Bizler kadının var olduğunun ,yaşama ve yaşamlarını nasıl yaşayacaklarına karar verme hakları olduğunun devlet tarafından da garanti altına alındığını bilmek ve görmek istiyoruz.
BİZ ARTIK SUÇLARIN KABUL EDİLEMEZ GEREKÇELERİNİ DUYMAK İSTEMİYORUZ!
KAHDEM
Kadınlara Hukuki Destek Merkezi